“İdrakimizi saran kabuk” Ve Bütünün Parçası Olmak
Koçlar olarak yaptığımız/ yapılmasını salık verdiğimiz bir egzersizimiz var. 20 dakika boyunca kalemi hiç kaldırmadan aklımızda her ne varsa, o anda ne geliyorsa, düşüncemizdeki herşeyi kağıda aktarmak. Bugün bu makaleyi tam da böyle yazmak geldi içimden. Aklımdan geçenleri çok da tasarlamadan, çok da süzmeden, olabildiğince serbestçe yazarmışçasına kağıda dökmek üzere bir niyet koydum.
Konumuz zor zamanlar. Zor zamanlarda biz, zor zamanlarda sevdiklerimiz, zor zamanlarda tanıdıklarımız ya da hiç tanımadığımız, hiç karşılaşmadığımız canların zor zamanları. Zor zamanların yarattığı karmaşık duygu silsilesi.Adı değişen ama bir yumak gibi birbirinin içinden geçen, zaman zaman çözülen, zaman zaman sımsıkı düğümlenen kenetlenen duygular.Üzüntü, acı, korku, öfke, endişe, kaygı, çaresizlik, umursamazlık, kendini kapatış, görmezden gelme, kaçma hissi... Doğrusu listeyi çokça seçenekle uzatabiliriz.
İsimleri ne olursa olsun biliriz ki “etkileniriz”. Elimizde olan etkilendiğimiz gerçeğiyle çoğu zaman ne yapacağımızı bilemeyiz. Ancak en hakim duygumuz şu an, hemen, derhal birşeyler yapmak isteğimizdir. Bunun bize iyi geleceğini düşünürüz ve gelir de. Hemen aksiyona geçmek iyi bir pansuman olur.
Peki gerçekte ne olur?
Hızlı aksiyon beynimiz için bir boşluk doldurmadır. Odağı aksiyona taşıyarak düşüncelerden uzaklaşmak çok iyi gelir. Gelgelelim sürekli aksiyonda kalamayız. Yani kaçış bir noktada biter. Zorlukların getirdiği “etki” ile yüzleşmemiz gerekir.
Önce red, sonra öfke, ardından bir hesaplaşma hali, içe dönüş derinlere dalış ve sonunda kabul. Ve ancak kabulden sonra aklıselim bir değerlendiriş. Döngü ergeç başlar, yürür ve tamamlanır.
Ülkece büyük bir acı yaşadık, yaşamaya devam ediyoruz ve edeceğiz. Hatta biraz cesurca bir ifadeyle “acıyı hatırlamaya devam etmeliyiz” de. Ancak hızlı bir şekilde bizdeki etkisini sağaltmaya, döngümüzü tamamlamaya ve aklıselim düzlüğüne yol almaya ihtiyacımız var.
Hayatlarımıza döndük, işlerimiz devam ediyor, odağımız değişiyor. Odağımız değişiyor ancak “odaklanamıyoruz”. Tabi ki unutmuyoruz. “Ne hissediyorum” sorusunun yanıtına arada bir bakalım. Ancak; kendimizde kalmayalım. Sadece kendimizde kalmak ve sadece kendimizi iyileştirmeye çalışmanın bize bir faydası yoktur.
Buraya kadar okuduklarınız sıklıkla duyduklarınız olabilir. Şimdi okuyacaklarınız bütünün parçası olarak “ben” ile bütünün parşası olarak “sen” ile ilgili. Konu “biz” ile ilgili.
İyileşmek paylaşmak ile başlar. Ne hissettiğimizi sormak önemlidir ancak kendi hislerimizle kalmak uzun vadede zarar verir. Kendinizde kalmayın. Bütünün hislerinde kendi hislerinizi harmanlayın.
Bütüne hizmet edebilen ve bütünün parçası olabilen kişi iyileşir. Yaratılışımız bunu gerektirir. Sadece kendimize odaklanmak yaratılış esaslarımızın tersine kürek çekmektir ve yorucudur. Başkalarına dokunarak ve bütünsel aksiyonun bir parçası olarak aynı yönde olmayı başarabiliriz.
Hareket sizi odakta tutar. Bütünün parçası olarak yaptığınız herşey günlük yaşamlarınıza dönmenizi kolaylaştırır. Zamanla veriminizin arttığını, normalinize döndüğünüzü hisedersiniz.
Çünkü artık beyninizdeki açık kalmış kutulardan birinin kapağı artık kapanmıştır.
Olan bitenden bağımsız kalmaya çalışmak iyi gelen bir yöntem değildir.
An sadece bizden ibaret değildir. An, bizden, başkalarından, içinden bulunduğumuz ortamdan, seslerden, sözlerden, kokulardan ibarettir. Kendimizde kalarak anda “olamayız”.
Duymak, görmek, dinlemek, hissini tanımlamak, başka hisleri tanımlatmak bizi ana taşır. Dinlemek büyük bir “harekettir”. Etken bir aksiyondur.
An iyileştirir.
Her zorluk öğreticidir.
Halil Cibran “Acınız idrakinizi saran kabuğun kırılmasıdır” der. Acı ancak kendi kabuğumuzdan çıktığımızda yani bütünün parçası olduğumuzda, kaçmadığımızda, yeni bir idrak, anlayış ve anlama bürünür.
O halde soru gelsin; bütünün parçası olarak ben şu an ne istiyorum?
Ve ikinci soru; bütünün parçası olarak ben şu an gerçekten ne istiyorum?
Başta koyduğum niyete hizmet ediyor ve sorular sonrası bende oluşan yanıtı buraya aktarıyorum. Bütünün parçası olan ben, şu an, bu bayram deprem bölgesinde bayramlaşmaya, neden olmasın diyorum.
Ve yine Halil Cibran ile noktalayalım. “Karanlığa gömüldüğünüzde şöyle söyleyin: Bu karanlık henüz sökmemiş bir şafaktan ibaret”